Şeytanın insanları doğru yoldan uzaklaştırabilmek için kullandığı en önemli yöntemlerden biri de onları 'ümitsizliğe ve karamsarlığa sürüklemek'tir. Şeytan cahiliye inancını yaşayan insanlara ümitsizlik, tevekkülsüzlük gibi tavır bozukluklarını makul göstermiş ve bu şekilde onları inkara sürüklemiştir. Aynı yöntemi iman edenler üzerinde de uygulamak ve bu cahiliye ahlakını benimseterek onları da Kuran ahlakından ve imandan uzaklaştırmak ister. Çünkü Kuran'ın "... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87) ayetiyle bildirildiği gibi ümitsizlik önemli bir inkar alametidir. Bu gerçeğin farkında olan şeytan, kalbinde hastalık olan insanlar üzerinde ümitsizliği etkili bir silah olarak kullanır. Ancak bunu yaparken tüm diğer hilelerinde olduğu gibi, onları nasıl bir tehlikeye sürüklediğini hissettirmemek için her türlü oyuna başvurur. Onlara açıkça "Allah'ın rahmetinden, bağışlanmaktan ümit kesin" gibi tekliflerde bulunduğu takdirde, oyunlarının deşifre olacağını ve başarılı olamayabileceğini bilir. Çünkü imanı bilen bir insan böyle bir düşünceye kapılmanın imandan çıkmak anlamına gelebileceğinin de bilincindedir. Şeytan bu durumda ümitsizliği çeşitli düşüncelerin ardına gizleyerek, makul ve meşru görünen bahanelerle örterek onlara yaşatmaya çalışır. Böyle bir durumda kişi açıkça "ümidimi kaybettim", "her türlü hayırdan umudumu kestim" gibi bir üslup kullanmayacaktır belki ama bu inancın gereğini tüm ahlakında yaşayacak ve hayatını bu düşünceler doğrultusunda yönlendirmiş olacaktır. Şeytanın istediği de zaten bu sonucu elde edebilmektir. Hangi yolla olursa olsun insanları azaba yaklaştırmak...
Şeytan bu hedefine ulaşabilmek için çok sistemli, ince taktiklere dayalı ve planlı bir yol izler. Aşama aşama farklı yöntemler kullanarak kişiyi istediği noktaya getirmeyi hedefler. Vicdanlarını örtüp, nefislerinin isteklerine uyabilmek için zaten bahane arayan bu kimseler, şeytanın kendilerine gösterdiği bu yola kolaylıkla teslim olurlar. Şeytan onlara öncelikle ortada 'çok büyük sorunlar, çok ciddi eksiklikler olduğu bahanesini gösterir. Bu bahaneye sığınan insanlar 'bu sorunların aşılması çok zor, içinden çıkılması çok emek gerektiren konular' olduğunu savunarak vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. 'Samimiyetle ellerinden gelen herşeyi yaptıklarını ama her yolu denedikleri halde bir türlü sonuç alamadıklarını, bir türlü sorunlarının üstesinden gelemediklerini iddia ederler. Ortada "kısır bir döngü" olduğunu, çözümsüzlüğün onları zaruri olarak çaresizliğe sürüklediğini öne sürerler. Sığındıkları bu samimiyetsiz bahaneye göre, bu onların elinde olan bir durum değildir; içerisinde bulundukları durum ve yaşadıkları olaylar onları bu kanaate zorlamaktadır.' Artık hüzne kapılmış ve ümitlerini kaybedenlerden olmuşlardır. Şeytan bu insanlar üzerinde oynadığı oyunu tamamlamıştır.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki söz konusu insanlar, öne sürdükleri tüm bu bahanelerin samimiyetsizliğini ve gerçek dışı olduğunu çok iyi bilmektedirler. Ümitsizliğin, tevekkülsüzlüğün ve böylesine çaresiz bir üslubun Kuran ahlakına hiçbir şekilde uygun olmadığının farkındadırlar. Vicdanları an an kendilerine yaptıkları samimiyetsizliği hatırlatmakta, onları Kuran ahlakına uygun şekilde düşünmeye çağırmaktadır. Ancak onlar şeytanın gösterdiği bu yolu nefislerinin azgınlığı uğruna bile bile bir bahane olarak kullanmaktadırlar.
Vicdanlarını bile bile örtüp, samimiyetsizliği tercih etmeleri bu insanların derin bir vicdan azabı yaşamalarına neden olur. Bu vicdan sıkıntısı nedeniyle hem zihinsel hem de fiziksel anlamda büyük bir çöküntü içerisine girerler. Şeytanın telkinlerine kayıtsız şartsız uydukları için içerisinde bulundukları bu duruma karşı mücadele edecek, samimiyetsizlikten kurtulmak için yeni bir hamle yapacak gücü kendilerinde bulamazlar. Önceki bölümde anlattığımız gibi, böyle bir insan şeytanın etkisiyle herşeyi doğal akışına bırakıp sıkıntılarıyla, acılarıyla bir yaşam sürmekten başka çıkar bir yol kalmadığına kendisini ikna etmeye çalışır. Adeta ölümü beklercesine çeşitli faaliyetlerle oyalanmaya, yaptığı samimiyetsizliğin dünyada ve ahirette neden olabileceği telafisi mümkün olmayan tehlikeleri unutmaya çalışır. Zira Allah "İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır." (Bakara Suresi, 8-10) ayetleriyle kendilerini ve iman edenleri samimiyetsizce aldatmaya çalışan bu insanlar için acı bir azap olduğunu bildirmektedir. Söz konusu kimseler de bu durumun şuurundadırlar.
Ancak Allah'tan gereği gibi korkmamaları nedeniyle bu gerçeği düşünmek yerine kendilerine hatırlatılan azabı unutmaya çalışırlar. Bunun için kimi zaman bedensel olarak yorucu işlerle oyalanarak, kimi zaman yoğun zihin meşgul eden işlere dalarak, kimi zaman da yalnızca bitkin ve miskin bir şekilde uyuyarak vakit tüketirler. İşte bu aşamada şeytanın görevi de büyük çapta sona ermiş olur. Bu duruma getirdiği; içten içe inanılmaz şekilde çürütüp çökerttiği bir insanla artık daha fazla vakit kaybetmesine gerek kalmamıştır. Ara ara onun bu düşüncelerini tazelemesi, ona durumunun vehametini, çözümsüzlüğünü ve içerisinde bulunduğu çaresizliği hatırlatarak onu üzüntüye düşürmesi yeterli olacaktır. Çünkü artık bu aşamadan sonra kişi şeytanın görevini tüm detaylarıyla kendisi üstlenmiş olacak; onun binlerce kez kafasından geçirerek ezberlettiği fikirlerini, artık kendi kendine tekrarlayıp hatırlatacaktır. Artık bunlar onun için bir vesvese ya da kuruntu olarak değil, kesin gerçeklermiş gibi inandığı yargılar olarak zihninde yer bulacaktır.
Şeytanın etkisinde oldukları için imanı yaşamamakta direnen insan aslında tam bir yaşayan ölü gibidir. Hayattan, nimetlerden, insanlardan, kısacası hiçbir şeyden zevk almaz. Ruhu körleşmiş, zihni bulanık bir hal almış, bedeni ruhundaki bu ağırlığı taşımaktan yorgun düşmüş takatsiz kalmıştır. Şeytanın vicdanını, zihnini, bedenini adeta bir kabuk gibi bağlayıp, üzerinde tam bir hakimiyet kurduğu bu insan, artık görünümü, şevksizliği ve zihnini kaplayan şeytani ruh haliyle şeytanın tebliğini yapan bir elçi konumuna gelmiştir. Haliyle, tavrıyla, konuşmalarıyla, yüz ifadesiyle, ses tonuyla, ümitsiz, çaresiz, çözümsüz konuşmalarıyla çevresindeki insanları da kendisiyle aynı yılgınlığı ve ümitsizliği yaşamaya çağırır gibidir.
Böyle bir aşamada gerçekten iman eden şuuru açık insanların bu kişiye olan çağrıları, yol göstermeleri çok büyük bir nimettir. Kendi aklı, muhakemesi çökmüş bir insan için, gerçekleri görebilen, iyiyi kötüyü doğruyu yanlışı ayırt edebilen insanların temiz akılları Allah'ın rahmetinin bir tecellisidir. Müminler, kendilerine fayda ve zarar verecek şeyleri ayırt edemeyecek bir hale gelmiş bu insanları Kuran ahlakına, dünyada güzel bir hayata, ahirette ise kurtuluşa çağırmaktadırlar. Bu, söz konusu kişilerin belki de ölmeden önce karşılarına çıkan son fırsatları, kendilerine yapılan son uyarı ve dünya hayatındakinin yanında sonsuz hayatlarını da azap içerisinde geçirmelerini önleyebilecek son tebliğ olabilir. Bu noktada yapılması gereken Allah'a, Kuran'a ve samimi müminlerin tavsiyelerine kayıtsız şartsız teslim olmak ve Kuran'a göre hareket etmektir. Böyle bir durumda, Allah'ın rahmetiyle, kişi şeytanın etkisinden kurtulabilecek, gerçek imanı yaşayabilecek bir akla ve vicdana kavuşabilecektir. Ancak bunun için öncelikle içindeki ümitsiz düşüncelerden, tevekkülsüz fikirlerden tamamen kurtulması gerekmektedir.
İlerleyen satırlarda şeytanın insanları ne şekilde çözümsüzlüğe ve ümitsizliğe sevk ettiğini, onlarla zihinlerinde nasıl konuştuğunu, bu konuşmaların gece gündüz demeden günün 24 saati, aylarca, yıllarca pes etmeden, her an nasıl farklı şekillere bürünerek devam ettiğini örneklendirerek anlatacağız. Ancak bundan önce bu tavrın Kuran ahlakıyla nasıl çeliştiğini ve samimi iman eden bir insanın şeytanın bu kışkırtmalarına karşı ne şekilde bir tavır göstermesi gerektiğine değinecek, Kuran ahlakı yaşandığı takdirde şeytanın bu oyununun iman edenler üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını anlatacağız.
0 yorum:
Yorum Gönder