Şeytanın insanları, sinsice Kuran ahlakından uzaklaştırmak için kullandığı tavır bozukluklarından bir diğeri ise "duygusallık"tır. Duygusal düşünmeye başlayan bir insan akılcılıktan uzaklaşır, doğru ve isabetli düşünebilme yeteneğini kaybeder. Kuran'ı ölçü alarak değil, duygularını ölçü alarak hareket etmeye başlar. Özellikle de kin, öfke, kıskançlık, bencillik ya da kibir gibi kötü özelliklerle dolu olan nefsin kışkırtmaları, bu ruh halini yaşayan insanları yönlendiren temel güç haline gelir. Bu aşamadan sonra ise şeytanın işi son derece kolaylaşmış olur. Bu kişiyi istediği gibi etkisi altına alıp yönlendirebilecektir.
Gerçekten de duygusallığı bir hayat şekli gibi yaşamaya başlayan kimseler, büyük bir tehlikenin içerisine doğru sürüklenirler. Bir an önce kurtulmaları gereken duygusallık, din ahlakını gereği gibi yaşamalarını engelleyecek, Allah'ın razı olacağı tavırlardan uzaklaşmalarına neden olacaktır.
Şeytanın etkisiyle böyle bir ruh hali içerisine giren insanlar bir süre sonra duygusallığı sessiz bir dil olarak kullanmaya başlarlar. Allah bir ayette "... kendi yaptıklarını şeytan süsleyip -çekici kıldı böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi." (Ankebut Suresi 38) şeklinde buyurmaktadır. Ayette şuurları açık, akılcı düşünebilen, kötülüklerden sakınabilen insanlar oldukları halde, Kuran ahlakı yerine şeytanın yöntemleriyle hareket eden insanların doğru yoldan sapacağı bildirilmiştir.
Söz konusu kişiler duygusallığı çevrelerindeki insanlara karşı bir koz olarak kullanırlar. Zorda kaldıkları noktalarda insanları kendi anlayışlarına göre samimi, iyi niyetli ve masum olduklarına inandırabilmenin en iyi yolunun duygusallığa başvurmak olduğunu düşünürler. Aynı şekilde bu tavrı kin, öfke, kıskançlık gibi içlerinde sakladıkları kötülükleri dışavurmanın, inatlaşarak istediklerini elde etmenin, hırslarını, zaaflarını gizlemeye çalışmanın da bir yolu olarak görürler. Şeytanın telkinleri sonucunda bu karaktere bürünerek çevrelerindeki insanlara çok detaylı mesajlar verebilirler.
Ancak duygusallık deyince akla sadece bilinen belli başlı bazı tavırlar gelmemelidir. Şeytan etkisi altına aldığı insanlara bu ahlakında tüm kirli zenginliklerini öğretir. İlerleyen satırlarda duygusallığı gizli bir dil olarak kullanan insanların sinsi yöntemlerine ve bunlarla vermek istedikleri mesajlara değinecek, şeytanın bu insanlar üzerindeki oyununu deşifre edeceğiz.
Ağlayarak kendilerini acındırmaya ve masum göstermeye çalışmaları
Duygusallığın en bilinen yönlerinden biri kuşkusuz ağlamaktır. Şeytanın verdiği telkinlerle duygusal bir tavır içerisine giren kişiler, bu durumlarını karşılarındaki insanları etkileyerek istediklerini elde edebilmek için bir koz olarak kullanmayı amaçlarlar. Onları böyle bir düşünceye iten en önemli sebeplerden biri ise, bunun cahiliye insanları arasında etkili bir yöntem olduğuna hayatları boyunca pek çok defa şahit olmuş olmalarıdır. Kuran ahlakından uzak yaşayan ve hayatlarını birtakım cahilce kurallar doğrultusunda yönlendiren kimi insanlar ağlamanın, masumiyetin önemli bir delili olduğunu düşünürler. Kendilerince ağlayarak, doğruyu söylediklerini ama bu durumu karşısındakilere ispatlayamadıkları için, haksızlığa uğradıklarını, büyük bir çaresizlik ve üzüntü yaşadıklarını ispatlamış olacaklarını düşünürler. Bu sapkın inançlarına dayanarak yüzleriyle olabildiğince masum olduklarını vurgulayarak karşı tarafta acıma hissi uyandırmaya çalışırlar.
Çocukluk yıllarından itibaren çevresinde bu yöntemin ne kadar çok denendiğini ve bu gibi insanlar arasında ne kadar etkili olduğunu gören kişiler, şeytanın etkisiyle samimiyetsizliklerini gizlemek için aynı yönteme sarılırlar. Gözyaşını bir silah gibi kullandıklarında insanları samimi, iyi niyetli ve dürüst olduklarına inandırabileceklerini; şeytan ile yaptıkları işbirliğini onlardan saklayabileceklerini düşünürler. Özellikle de kendilerine daha güzel ahlaklı olmaları için bir hatırlatma yapılmış ve onlar da nefislerine uyup bu konuda irade göstermemişlerse, hemen duygusallığın ardına sığınır ve bu yolla kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Kendilerince karşılarındaki insanların gözyaşlarını gördüklerinde kendilerine acıma dolu bir şefkat duyacaklarına inanırlar. Bu kişilerin tüm samimiyetleriyle ellerinden gelen herşeyi yaptıklarına, ancak güçlerinin bu kadarına yettiğine kanaat getireceklerini düşünürler. Bu inançlarına göre, dilleriyle anlatamayıp sonuç alamadıkları noktalarda, gözlerinden akan birkaç damla su konuyu çözmüş olacak ve karşı taraf tam olarak ikna edilmiş olacaktır.
Ancak cahilce bir bakış açısıyla hareket eden insanlar arasında kabul gören bu çarpık yöntem, iman edenler tarafından hiçbir şekilde makul karşılanmaz. Böyle şeytani bir yöntem ile ortaya çıkan insanların masumluklarına ve iyi niyetlerine müminlerin kanaat getirmeleri mümkün değildir. Çünkü iman edenlerin ölçüleri Kuran ahlakıdır. Kuran'da bir insanın samimiyetine ve iyi niyetine delil olabileceği bildirilen özellikler çok farklıdır. Samimi bir insanın yüz ifadesi, bakışları, ses tonu, akıllı ve vicdanlı konuşmaları, Kuran ahlakına titizlikle uyması bu kişinin Allah'tan korkup sakınan bir kimse olduğunun açık bir şekilde anlaşılmasına neden olur.
Bu ahlaka sahip bir insanın dürüstlüğünü, iyi niyetini ispatlayabilmek için özel bir çaba harcamasına ve özel taktikler uygulamasına ihtiyacı yoktur. İman edenler Allah'ın kendilerine vermiş olduğu keskin akıl, anlayış ve vicdan duyarlılığı sayesinde bu kişiyi kolaylıkla teşhis edebilirler. Bu nedenle duygusallığı ve bunun önemli samimiyetsizliklerinden biri olan ağlamayı iman edenlere karşı kullanmak boş bir çabadan öteye gidemez. Tam tersine, Allah Kuran'da ağlamanın, kalplerinde hastalık ve zayıflık bulunan münafık karakterli kimselerin bir özelliği olduğuna işaret etmiştir.
Kuran'da Hz. Yusuf'un kardeşlerinin kurdukları sinsi planı, ağlama yöntemiyle örtmeye çalıştıklarından bahsedilmiştir. Babalarının Hz. Yusuf'a olan sevgisini kıskanan kardeşleri biraraya gelerek, öldürmek amacıyla onu bir kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırmışlardır. Bu planın ardından en masum hallerini takınarak babalarına gitmişlerdir. "Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz." (Yusuf Suresi, 12) diyerek, kardeşlerinin iyiliğini istedikleri ve her şartta kollayacakları konusunda babalarına güvence vermeye çalışmışlardır. İzin alıp Hz. Yusuf'u bir kuyunun dibine bıraktıktan sonra ise babalarının yanına ellerinde suni olarak kan sürdükleri Hz. Yusuf'a ait bir gömlekle ve ağlayarak gelmişlerdir. Bir yandan ağlayıp bir yandan da tamamen yalanlardan oluşan bir hikaye anlatarak babalarını masum olduklarına inandırmaya çalışmışlardır:
"Akşamüstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin. Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler…" (Yusuf Suresi, 16-18)
Hz. Yusuf'un kardeşleri kendilerini masum ve suçsuz gösterecek en iyi tavrın ağlamak olduğunu düşünerek topluca ağlama taklidi yapmışlardır. Görüldüğü gibi ağlayarak masum görünmeye çalışma, insanların çıkarlarına ulaşmak, yalanlarını örtbas etmek için kullandıkları bilinen bir sahtekarlık yöntemidir. Günümüzden yüzlerce yıl önce olduğu gibi bugün de aynı hastalıklı mantıkla, planlı olarak kullanılan şeytani bir taktiktir.
İman edenler arasında bu tür bir yöntemin başarıya ulaşması hiçbir zaman mümkün olmaz. Müslümanlar ancak Allah'a tevekkülü tam, her olayın Allah'ın belirlediği kader doğrultusunda geliştiğinin farkında olan, Allah'a boyun eğici insanlara karşı gerçek anlamda merhamet duyarlar. Allah korkusundan dolayı güçleri yettiğince güzel ahlaklı olmak için çaba harcayan insanlara karşı gerçek bir sevgi besler ve bu kişilerin sözlerine güvenirler.
Allah korkusundan dolayı ağladıklarını iddia etmeleri
Kuran'da ancak Allah korkusundan dolayı ağlamanın rahmani bir tavır olduğu bildirilmiştir. Allah, "...Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar." (Meryem Suresi, 58) ayetiyle peygamberlerin üstün ahlakından ve imani derinliklerinden övgüyle bahsetmiştir. Bir başka ayette Allah, imana teslim olmalarından dolayı gözleri yaşlarla dolup taşan kimselerin ahlakını şöyle haber verir:
Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün... (Maide Suresi, 83)
Önceki satırlarda anlatıldığı gibi, duygusallığın ve bundan kaynaklanan ağlamaklı tavrın ise Kuran ahlakında hiçbir şekilde yeri yoktur. Şeytani kuruntuların kendilerine verdiği karamsar ruh halinin etkisiyle duygusallaşan bu kişiler, ağlamayı çoğunlukla bu samimiyetsizliklerini örtmek için kullanırlar. Kendilerine bu tavırlarının yanlışlığı ve Kuran ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmadığı hatırlatıldığında ise, bundan hemen vazgeçip Müslümanca bir tavır içerisine girecekleri yerde genellikle çözümü bir başka samimiyetsizlikte ararlar. Doğruyu görmelerini ve Kuran ahlakına uygun hareket etmelerini istemeyen şeytan onlara yine ispat edilmesinin mümkün olmadığını düşündüğü "kalplerini" delil göstermelerini ilham eder.
Bu insanlara ağlamanın Müslümanca bir tavır olmadığı hatırlatıldığında kimi zaman onlar da "aslında çok farklı bir sebepten ağladıklarını ama bunu söylemelerinin doğru olmayacağını" söyleyerek üstü kapalı bir şekilde kendilerini temize çıkarmaya çalışabilirler. Sanki samimiyetlerinden ve ihlaslarından dolayı ağlamalarının nedenini hiç söylemek istemiyorlarmış gibi bir izlenim vermeye çalışırlar. Kendilerine bir süre ısrar edildikten sonra ise aslında "Allah korkusundan dolayı ağladıklarını" söylerler. Hatalı bir tavır içerisinde olduklarını fark ettikleri ve bu davranışlarının ahirette büyük bir azapla karşılık bulabileceğini düşündükleri için pişmanlıklarından ağladıklarını iddia ederler.
Oysa bu söylediklerinin doğru olmadığını, samimiyetsizliklerini örtmek için yalan söylediklerini kendileri de bilmektedirler. Şeytani bir mantıkla, yaptıkları sahtekarca çıkarımlarla kötü ahlaklarını Kuran ayetlerine dayandırarak meşru hale getirmeye çalışırlar. Ancak tüm tuzaklar gibi bu da boşa çıkmaktadır. Çünkü şeytanın ve ona uyanların tüm bu hileli sözleri söylerken göz ardı ettikleri önemli bir gerçek vardır: Gerçekten Allah'tan içi titreyerek korku duyan bir insanın özelliği, bu korkunun gücüyle hatalı olan tavrından hemen vazgeçmesidir. Bir yandan ağlayıp bir yandan da samimiyetsizliklerine tüm gücüyle devam etmesi bu kişinin Allah korkusundan ağlamadığını ve dürüst bir tavır içerisinde olmadığını hemen deşifre eder. Allah Kuran'da gerçek Allah korkusunda insanların nasıl azim ve kararlılık içerisinde olacaklarını şöyle bir örnekle açıklamıştır:
Firavun'un hizmetindeki büyücüler onun tüm işkence tehditlerine rağmen, Hz. Musa'nın tebliğine uymuş ve Allah korkularından dolayı dayanılmaz işkenceler içerisinde ölmeyi göze alarak hemen iman etmişlerdir. Kuran'da bu kimselerin kararlı tavırları şöyle haber verilmiştir:
Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz." Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin." (Taha Suresi, 72)
Onların bu ahlakı, gerçek Allah korkusunda insanın yanlış bir tavrı nasıl hemen terk edip doğruya teslim olacağını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla şeytanın etkisiyle samimiyetsiz bir yola başvuran kimselerin de asıl yapmaları gereken, bunu yine samimiyetsiz yalanlarla meşru hale getirmeye çalışmak değil, Allah'ın affediciliğine sığınıp O'nun razı olacağı ahlakı göstermeye çabalamak olmalıdır.
Duygusallığın ağlama öncesi aşamalarında kullanılan sessiz dil
Şeytanın telkinleriyle duygusallığı samimiyetsiz bir dil olarak kullanan insanların ağlama eylemine geçebilmek için önce ruh hallerini bu eyleme uygun hale getirmeleri gerekmektedir. Kendi şeytani mantıklarına göre; '... bunun için öyle bir hazırlık yapmalıdırlar ki, yanlarında bulunan kişiler bu alametleri fark edebilmeli ve bunlardan yola çıkarak karşı tarafın vermek istediği mesajları anlayabilmelidirler. Ancak bu eylemler de en az ağlama eylemi kadar etkili olmalı, ortamda ciddi bir gerilim oluşturmalı, kişinin gerçekten haklı çıkmak için herşeyi göze aldığını iyi ifade edebilmelidir...' Elbette ki bu düşünce, söz konusu insanların öne sürdükleri samimiyetsiz mantıklardan yalnızca bir tanesidir. Kullandıkları yöntemler, sessiz bir dil ile vermeye çalıştıkları mesajlar, içerisinde bulundukları durumun şartlarına göre farklılık gösterebilir.
Görüldüğü gibi, ilk bakışta son derece sıradan bir tavır bozukluğu gibi görülen duygusallık, çok detaylı ve sinsi planlara dayalı olarak yaşanmaktadır. Bu ruh hali içerisinde yapılan her tavır kasıtlı ve önceden belirlenmiş bir hedefe yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Şeytanın, kendisine dost edindiği insanlara öğrettiği bu mesaj içerikli tavırlar, bu kimselerin nefislerini temize çıkarabilmek için yaptıkları konuşmalarla kendini belli eder. Bunlardan bazılarını "savunma yöntemleri" ve "cevap şekilleri" olarak iki ayrı başlık altında şöyle sıralayabiliriz:
Savunma yöntemleri
Bu kimselerin kendilerini ilgilendiren ya da nefislerine dokunan konulardaki yaklaşımları genellikle karşı tarafı suçlayıcı niteliktedir. Duygusal bir ruh haline girebilmeleri ve ardından da istedikleri gibi ağlayabilmeleri için karşı tarafın hatalı olduğuna kendilerini inandırabilmeleri gerekmektedir. Bunun için sahte deliller oluşturabilmek, kendilerine bunların gerçekliğini telkin ederek bu yönde güçlü bir kanaat edinebilmek isterler. Şeytanın yardımlarıyla karşılarına çıkan her fırsatta bu arayışlarını sinsice vurgulayacak konuşmalar yaparak nefislerini bu yönde güçlendirirler.
Bunun tam tersine kendilerini haklılıklarına inandırabilecekleri delillere de ihtiyaç duyarlar. Bu yönde kendilerini ne kadar inandırmayı başarırlarsa duygusallığı o kadar gerçekçi bir şekilde yaşayabilecekler, dolayısıyla kendilerince bu oyunun çevrelerindeki insanlar üzerindeki etkisi ve inandırıcılığı da kendilerince o derecede artacaktır.
Gösterdikleri tavır bozukluklarında inatçı bir kararlılık göstererek, karşı tarafa geri adım attırmaya çalışırlar. Bununla amaçladıkları da genellikle yine kendilerini ağlayabilecek bir ruh haline hazırlayabilmektir. Önce çok inatçı bir tavır gösterecek, söylenenleri anlamazdan gelecek ardından da haksız yere üzerlerine gelindiğini iddia ederek kendilerine ağlayabilecekleri malzeme oluşturabileceklerdir.
Anlatılanları özellikle anlayamıyormuş gibi yaparak, tekrar tekrar anlattıracak, birbirinden farklı açıklamalar ve çözümler isteyecek, ardından da konunun çözümünün çok zor ve karmaşık olduğunu öne sürerek kendilerine acımaya başlayabileceklerdir.
Konuşamama taklitleri yaparak, başı sonu birbirini tutmayan, ne anlatılmak istendiği anlaşılmayan, mantıksız cümleler kuracak, daha sonra da bu içler acısı hallerinden dolayı üzülüp ağlayabileceklerdir. Cümleler o kadar uzun ve anlamsızdır ki karşı taraftaki kişiler cümlenin sonuna geldiklerinde başını unuturlar. Hikmetsizliğinden rahatsızlık duyarlar. "Ya da", "yani", "ama", "çünkü", "mesela" ve bunlar gibi daha birçok bağlacın arka arkaya kullanıldığı ve bir türlü sonu gelmeyen cümlelerin bir an önce sonuca bağlanmasını beklerler.
Kimi zaman anlatma güçlüğü çeken insanlarda olduğu gibi kelimeler ve cümleler ağızdan kesik kesik çıkartılır. Gerçekte ise bu karşı tarafa, "bu durumdan o kadar müteessir ki konuşmasını şaşırıyor, düz konuşamıyor…" dedirtmek ve kişinin kendisine acıyabilmesini sağlamak için kullanılan bir savunma stilidir.
Nefislerini savunabilmek için kullandıkları üslup adeta nasıl konuşulacağını, nasıl güzel cevap verileceğini bilmeyen cahil bir insanınki gibidir. Ne kadar kültürlü ve iyi eğitimli olurlarsa olsunlar, nefislerine dokunan en ufak bir konu olduğunda kolaylıkla basit yöntemlere başvurarak asaletten uzaklaşabilirler.
Boğuk ve kulağı rahatsız eden bir sesle, akıcılıktan uzak ve mantık bozukluklarıyla dolu cümleler kurarak, seslerini titreterek konuşarak, ağlama eylemi için bir ön hazırlık yapmış olurlar.
Cevap şekilleri
Konuşmaları son derece uzun ve karmaşık cümlelerden oluşur. Samimi ve doğal bir konuşma yapılmadığı için anlatılanları anlayabilmek için özel dikkat sarf edilmesi gerekir.
Verilen cevaplar genellikle sorulan sorunun karşılığı değildir. Bunun nedeni de yine karşı tarafın huzursuz ve aksi bir tavır içerisinde olduğunun anlaşılabilmesidir. Ayrıca net ve açık cevaplar vermek, bu kişilerin samimi olmalarını gerektirecek, onları bu duygusal ve gizemli havadan uzaklaştıracaktır. Elde etmeye çalıştıkları bu imajı zedelememek için samimiyetsiz ruh hallerine uygun, kaçamak yanıtlar verirler.
Kendilerine sorulan sorulara verdikleri karşılıklarda kullandıkları bir diğer gizli metod da kimi zaman tamamen duymamışçasına hiç cevap vermemeleri, kimi zaman da özel mimiklerle bu cevabı mümkün olduğunca geciktirmeleridir. Bu da istedikleri melankolik, sorunlu ve içine kapanmış ruh halini elde edebilmelerine ya da muhafaza edebilmelerine yönelik önlemlerden biridir.
Zaman zaman sinsice aralara gizlenmiş şekilde ters ve kavgacı bir üslup kullanırlar. Bu da yine ağlayıp eylemlerini meşru gösterebilecekleri bir ortam oluşturabilmek için uyguladıkları özel yöntemlerden biridir. Bu şekilde hem karşı tarafa gergin bir ruh hali içerisinde olduklarını hissettirebilecek hem de kendilerini haksızlığa uğrama psikolojisine sokup bir süre sonra üzerlerinde oluşan hassasiyet sonucunda da ağlamayı başarabileceklerdir.
Verdikleri cevaplarda karşı tarafa duydukları sevgilerini ve saygılarını gizlemeye, hatta sanki tam tersi bir bakış açısı içerisindelermiş gibi bir imaj oluşturmaya özen gösterirler. Çünkü eğer sevgilerini ve saygılarını ortaya koyacak olurlarsa, dostane bir ortam oluşacak, duygusallaşabilecekleri bir malzeme bulamayacak ve ağlamaya güç yetiremeyeceklerdir.
Kullandıkları ses tonunun hüzünlü, mümkün olduğunca kısık, tekdüze olmasına dikkat ederler. Zaman zaman da bu monoton konuşmayı seslerini çok belirgin olmayacak ama ters bir şeyler olduğunun da anlaşılabileceği gibi yükseltirler. Bu ses tonu da yine daha sonraki ağlama öncesi ve ağlama sonrası aşamalarda gösterilecek olan ahlakın ruh haline uygun zemin hazırlamayı amaçlamaktadır.
Gizli bir hüzün yaşamaları ve İçine kapalı bir kişilik sergilemeleri
Hiçbir insan kendi canını acıtacak, hüzünlenmesine neden olup ruhunu karamsarlaştıracak bir ortam içinde bulunmayı istemez. Ancak şeytan, zayıf karakterli insanlara nefislerinin zaaf duyduğu noktalardan yanaşır. Telkinini insan nefsinin en hastalıklı yönlerinden biri olan haksızlığa uğrama psikolojisi üzerinden yapar. Tüm mantığını bu fikir üzerine kurar ve geçmişten verdiği asılsız ama ikna edici örneklerle kişiyi gergin ve duygusal bir ruh haline sürükler. Verdiği tüm deliller şeytani bir yorumun, sürekli olumsuz düşünen bir beynin ürünleridir. Ancak şeytan üzerini bir kabuk gibi öyle sarar ki, artık bu kişi onun her fısıltısından etkilenmeye başlar. Şeytanın verdiği fikirlerle kendi hakkını koruyabileceğine inanır. Hepsini son derece mantıklı bulur. Kuran'ın bir ayetinde şeytanın zayıf karakterli insanları etkileme yöntemi şöyle bildirilmektedir:
"Biz onlara birtakım yakın-kimseleri 'kabuk gibi üzerlerine kaplattık,' onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler…" (Fussilet Suresi, 25)
Bu aşamaya gelmiş bir insanın artık ağlamaktan, içine kapalı bir ruh haline girmekten çekinmesi de kalmaz. Ağlamanın vereceği melankolik, gizemli, anlaşılamaz insan izlenimi son derece cazip gelmeye başlar. Sağlıklı akla sahip bir insanın şiddetle çekineceği bu ruh hali, şeytani düşüncelerden etkilenen bu kişiye dikkat çekmek açısından da çok cazip gelmeye başlar. Ayrıca böyle bir insanın değişmesi için üzerine düşülmesi, ilgilenilmesi gerekecektir. Açılmasını sağlamak, neden dolayı böyle davrandığını anlamak için diğer insanlardan daha fazla ilgi alaka gösterilmesi gerekecektir. İlgilenilen insan olmak nefsini memnun edecek, o da bu durumun daha uzun sürmesi için oyununa devam edecektir.
Oysa bu durum tamamen şeytanın teşvikiyle içine düşülen ürkütücü bir durumdur. Çünkü sağlıklı düşünen hiç kimse kendi özgür iradesiyle böyle bir ruh halini yaşamayı tercih etmez. Allah ayetinde iman edip Kuran hükümlerine uyanlar için korku ve üzüntü olmayacağını bildirmektedir:
"Dedik ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)
0 yorum:
Yorum Gönder